Somut Olmayan Kültürel Miras ve Kültürel İfade Çeşitliliği

Brezilya yerlilerini soylu vahşi olarak selamlayan Romantik Akım veya James Macpherson (1736-1796) tarafından temeli atılan ve 18. yüzyıla damgasını vuran Ossiancılık daha bu çağlarda, kültürlerin kentsel ve teknolojik gelişmeler karşısında yok olduğu ve korunması gerektiği fikrini ortaya atmıştı. J. G. Herder (1744-1803) ile başlayan ve onun takipçilerince sürdürülen halkın ruhu görüşü, bu koruma duygusunun sistemli bir bilim dalı haline gelişinin başlangıcına konulması gereken önemli bir öyküdür. Kendisine disiplinin İngilizce adını borçlu olduğumuz W. J. Thoms (1803-1885), folklor adını önerdiği makalesinde geleneksel kültürlerin teknolojik ve kentsel dönüşüm süreçlerindeki yok oluşuna dikkat çekmiş, bunların derlenmesi, korunması ve gelecek kuşaklara aktarılmasının önemine işaret etmiştir. W.J. Thoms’un 1846 yılında kaleme aldığı bu yazı, geleneksel kültürlerin ve popüler edebiyatların korunması fikrinin kurumlaşmasını sağlamış, bu tarihten sonra, bu alanda beliren kültürel verimleri derleme, arşivleme, yeniden üretme ve eğitim süreçlerine ekleme, denilebilir ki küresel bir tutuma dönüşmüştür. 19. yüzyıl, bu tutumun şahlanışına tanıklık etmiştir. Ziya Paşa’nın (1825-1880) 1868 yılında Londra’da yayımlanan Hürriyet gazetesinde yazdığı Şiir ve İnşa makalesi, bu düşüncenin Türk aydınları arasında da yeşermeye başladığının kanıtıdır. Bu yazısında Ziya Paşa özetle söylenecek olursa Divan Edebiyatı olarak adlandırılan edebî verimlerle Halk Edebiyatı olarak adlandırılanları karşılaştırır ve hangisinin millî veya Türk’e ait olduğunu sorarak, unutulan ve taşraya hapsedilen halk edebiyatının gerçek Türk Edebiyatı olduğunu savunur. Her ne kadar Ziya Paşa Türkiye’ye döndükten sonra birkaç yıl içinde bu fikrinden vazgeçmiş olsa da bu bakış açısı, -ara dönemdeki kimi cılız sesler bir yana- daha güçlü bir akım olarak 1908’de gerçekleşen İkinci Meşrutiyetle birlikte kitleleri peşinden sürükleyen bir akıma dönüşür. Ziya Gökalp (1876-1924), Fuad Köprülü (1890-1966) ve Rıza Tevfik (1869-1949) tarafından 1913 ve 1914 yıllarında kaleme alınan ve başlığında folklor veya ona Türkçe karşılık olarak önerilmiş halkiyat terimleri bulunan yazılar (Oğuz 2008a) da geleneksel kültürlerin ve popüler edebiyatların millî kimlik açısından önemine ve korunmasına yöneliktir. Türk folklor tarihinde folklorun ilk üç makalesi olarak tanınan bu yazıların açtığı çığır, günümüze kadar yapılan folklor çalışmalarının da temelini oluşturmuştur. Bu temel özetle şöyle ifade edilebilir: Kent ve Medrese merkezli yazılı Osmanlı edebiyatı, binlerce yıllık kültür kaynaklarını küçümsemiş ve bu kaynaklardan yararlanmamıştır. Oysa bu kaynaklar millete kimlik ve tarih veren ve ulus olarak farklılığını vurgulayan asli kaynaklardır. Bu kaynaklar aranmalı, derlenmeli, yeniden işlenmeli ve en önemlisi gelecek kuşaklar bu temel üzerinde yetiştirilmelidir. Osmanlı Döneminin son on yılında benimsenen ve biçimlenen bu görüş, Cumhuriyet döneminde de aynen sürdürülmüştür. İstanbul Üniversitesi bünyesinde kurulan Türkiyat Enstitüsü, Türk Ocakları, Halkevleri ve Milli Folklor Enstitüsü gibi önemli devlet kurumları veya bu kurumların düşüncelerini kitlelere ulaştıran dergi, dernek, vakıf gibi özel kuruluşlar, folklorun derlenmesi, arşivlenmesi, müzelenmesi ve gelecek kuşaklara aktarılması amacına hizmet etmişlerdir. Bugün üniversitelerimizin halkbilimi ile ilgili birimleri, yok olan kültürün korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması hedeflerine uygun monografiler hazırlamaya devam etmektedir. Türkiye’de folklor alanında çıkan dergi ve kitapların satır aralarında bu hedef rahatlıkla görülebilir. Bir ülkeye, ulusa veya topluma millî kimlik duygusu veren kültürel mirasların korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması düşüncesi, küresel bir uygulama olarak bütün eğitim sistemlerinde yerini almaktadır. Yani geleneksel kültürü koruma ve gelecek kuşaklara aktarma çabası, Türkiye ile sınırlı bir hareket değildir. Hatta uluslararası toplum, bu konuda daha organize ve daha güçlü bir eylem ortaya koyma çabasını UNESCO çatısı altında yaklaşık 40 yıldır sürdürmektedir. UNESCO’nun 17. Genel Konferansı sırasında 16 Kasım 1972 tarihinde kabul edilen Dünya Doğal ve Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi, yapmış olduğu ve korumayı hedeflediği kültürel miras tanımı ile somut olmayan kültürel mirasın da korunması gerektiği fikrini bir karşı görüş olarak ortaya çıkarmış, bu sayede folklorun korunması kabul gören bir düşünce olarak UNESCO belgelerinde 1973 yılından itibaren tartışılmaya başlanmıştır. 1989 Geleneksel Kültür ve Folklorun Korunması Tavsiye Kararı (Oğuz 2008b), 1994 yılında ortaya çıkan Yaşayan İnsan Hazineleri Programı (Oğuz 2008c) ve 1997/98 yıllarında başlayan İnsanlığın Sözlü ve Somut Olmayan Başyapıtları İlan Programı ve bu kapsamda 2001, 2003 ve 2005 yıllarında gerçekleşen 90 başyapıt ilanı (Oğuz 2008d) bu sürecin doğal uzantısı olarak görülmelidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir