Somut Olmayan Kültürel Miras ve Kültürel İfade Çeşitliliği

Grimm Kardeşlerin derlediği ve yaklaşık iki yüzyıldır uluslararası toplumun benimseyip kültür endüstrisi alanında birçok kez yeniden ürettiği Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler Masalı, insanlığın ortak belleğine yerleşmiştir. Çağdaş Türk toplumunda da bu masalı tanımayan ve bir şekilde onunla karşılaşmayan hemen hemen yoktur. Bu nedenle de bu masal önemli bir gönderme(referans) kaynağı olarak gündelik hayatta ve sanatsal yaratmalarda yerini almıştır. Gazi Üniversitesi Türk Halkbilimi bölümünde okuyan öğrencilerle yıllardır yürütmekte olduğumuz Medya ve Halkbilimi dersinin araştırma sonuçlarına göre Türk sinema ve dizi alanında, Pamuk Prenses veya Yedi Cüceler masalına metne bağlı olarak sayısız göndermeler yapıldığını gördük. Bu göndermelerin sağladığı açık ve kesin bir sonuç olarak Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler Masalı yediden yetmişe Türk toplumu tarafından bilinmektedir. Oysa, Türk halkı arasında bu masalın yüzyıllar boyunca anlatılan ve kuşaktan kuşağa aktarılan bir başka biçimi veya bir anlamda yerli versiyonu olan Nardaniye Hanım ve Kırk Haramiler (Boratav 1992: 96-101) veya Dürdane Hanım (Sivas İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Web Sayfası) masalları ise, örgün eğitim süreçlerinden geçenler ve kültür endüstrisi kullananlar arasında tamamen unutulmuştur. Bu masal hem somut olmayan kültürel miras olarak kuşaktan kuşağa aktarılamaz hem de kültürel ifade çeşitliliğine katkı sağlayacak şekilde kültür endüstrisine esin kaynağı oluşturamaz hale gelmiştir. Bu nedenle de kültürel gönderme yapılma şansı da ortadan kalkmıştır. Yani sokakta artık hiçbir kız çocuğuna sen Nardaniye Hanım gibi güzelsin demek mümkün değildir. Hem somut olmayan kültürel mirasın kuşaktan kuşağa aktarılamaması hem de kültür endüstrisinin bu alanı kullanmaması bu sonucu doğurmuştur.
Türk halk kültürünün yaratılıp yaşatıldığı ve gelecek kuşaklara aktarıldığı önemli kültür alanlarından birini de Âşıklar oluşturmaktadır. Günümüzde Âşık edebiyatı deyip geçtiğimiz bu alanda oluşan ve halka mal olan kültür, bugün insanlığın sözleşmeyle oluşturmaya veya korumaya çalıştığı kültürel ifade çeşitliliğini ve zenginliğini binlerce yıllık bir süreçte oluşturmuştur. Âşıkların anlattığı Dede Korkut, Kerem ile Aslı, Emrah ile Selvi Han, Ferhat ile Şirin, Âşık Garip ile Şahsenem, Arzu ile Kamber ve Köroğlu gibi hikâyeler, toplumda aşk, kahramanlık, ayrılık gibi birçok alanda referans kaynağı oluşturuyordu. Bugün kitle kültürü, bütün bu referans kaynaklarını ötelemiş, ölümüne sevmenin sembolü olarak Romeo ve Juliet, zenginden alıp fakire vermenin sembolü olarak Robin Hood gelip yerleşmiştir. Artık, kanatları olan ve uçan at denildiğinde zihinlerde Pegasus canlanmaktadır. Oysa, Türk anlatı geleneği içinde aşkı uğruna yanıp kül olan Kerem, dağları delen Ferhat veya sevgilisinin ölüm haberini alınca kendi canına kıyan Kamber gibi kahramanlar vardı ve onların hikâyeleri de en az Romeo’nunki kadar trajikti. Onların sevgilileri Aslı, Şirin veya Arzu’yu da Juliet’inkinden daha iyi bir akıbet beklemiyordu. Ama artık günümüz Türk film ve dizilerinde ölümüne sevmek sadece Romeo ve Juliet ile anlatılmaktadır. Diğer yandan Zenginden alıp fakire vermek halk anlatı kültüründe Çamlıbel’i kendine mesken tutan Köroğlu’na ait bir özellikti ve onun iki yanında iki kanadı olan Kırat’ı bu maceranın önemli bir motifi idi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir